Elizabethtown
Drew Baylor (Orlando Bloom) spor ayakkabıları üreten
büyük bir şirkette ayakkabı tasarımcısı olarak görev yapmaktadır.
Patronuyla arası çok iyidir. Şirketin yükselen yıldızı olarak tanınmaktadır.
Ancak son yaptığı spor ayakkabı tasarımındaki hatası nedeniyle
kampanya fiyaskoyla sonuçlanır. Şirketini 972 milyon dolar
zarara uğrattığı için de işinden kovulur.
Sanki bütün bunlar yetmezmiş gibi özel hayatında da işler kötüye gider.
Annesinden gelen telefonla, babasının öldüğü haberini alır.
Babasının cenazesini alıp getirmek için bir an önce uçağa atlayıp
Kentucky eyaletindeki Elizabethtown’a hareket etmesi gerekmektedir.
Hayatta olduğu sırada hiç geçinemediği ve anlaşamadığı
babasının cenazesini alma görevi ona düşmüştür.
Uçak yolculuğu sırasında Claire (Kirsten Dunst)
adlı hostesle tanışır. Hayata daima pozitif açıdan
bakan bir kadın olan Claire, Drew’in hayatının akışını değiştirecektir.
Kentucky’e ulaşan Drew orada babasının hayatı ve aile
kökenleri üzerine o güne kadar duymadığı çok sayıda detay öğrenir.
Claire’in de yardımıyla kendi kaderiyle ilgili birtakım
olasılıkları keşfetmeye başlar.
Elizabethtown filmini Türkçe seslendiren sanatçılar :
Orlando Bloom – Drew Baylor : Ahmet Taşar
Kirsten Dunst – Claire Colburn : Berrak Kuş
Susan Sarandon – Hollie Baylor : Özden Ayyıldız
Alec Baldwin – Phil Devoss : Erhan Türkmen
Heather Baylor : Burcu Güneştutar
Bill Banyon : Erhan Türkmen
Ellen Kishmore : Aysun Topar,
Connie : Aysun Topar,
Chuck Hasboro : Onur Kırış
Dora Hala : Füsun Kokucu
Jessie Baylor : İlham Erdoğan
Çocuk : Arda Kavaklıoğlu
Cindy Hasboro : Özlem Özbay
Dale Amca : Gazanfer Ündüz
Charles Dean : Gökhan Özkara
Mitch Baylor : Mehmet Ali İşgüder
Joe : Ahmet Eres
Rusty : Ahmet Eres
Filmin oyuncuları :
Orlando Bloom,
Kirsten Dunst,
Susan Sarandon,
Alec Baldwin,
Bruce McGill,
Judy Greer,
Jessica Biel,
Paul Schneider,
Yönetmen: Cameron Crowe
Yapımcılar: Tom Cruise, Paula Wagner, Cameron Crowe
Senaryo: Cameron Crowe
Sanat Yönetimi : Beat Frutiger,
Müzik : Nancy Wilson.
Claire Colburn : Üzgünüm. Çok üzgünüm. Aa içimden bir ses
gidişime azıcık üzülmüş olabileceğini söylüyordu,
ama ne yazık ki, tek nedeni ayakkabıymış.
Drew Baylor : Tabi ki gidişine üzülüyorum.
Ama bu paylaştıklarımızdan biraz daha büyük bence,
ve bu arada bir milyon demedim, bir milyar dedim!
Claire Colburn : (Nida)
Drew Baylor: Tam bir milyar dolar… Bu bir sürü milyon demek.
Claire Colburn : (Nida) Başarısız olmuşsun.
Drew Baylor: (Nida) Hayır anlamıyorsun.
Claire Colburn : Tamam. Büyük bir başarısızlık. Başaramadın. Başaramadın.
Başaramadın. Başaramadın. Başaramadın. Başaramadın. Başaramadın- Başaramadın.
Başaramadın. Başaramadın. Sence bu umurumda mı? Seni gerçekten anlıyorum.
Sen bir sanatçısın, senin işin engelleri yıkmak, suçlamaları kabul ederek,
başaramadım bu yüzden gitmeliyim demek değil.
Aa Fill bana kızdı vay vay vay vay, ne olmuş?
Drew Baylor : Ağlamıyorum.
Claire Colburn: Büyük olmak istiyor musun?
Drew Baylor : (Nida)
Claire Colburn : Öyleyse çok başarısız olup hayatta kalacak cesarete sahip ol.
Hâlâ gülümseyerek onları şaşırt. Benim için büyüklük bu demek.
(Gd) Ama bana kulak asma. Ben Claire’im.
Drew Baylor : Teşekkür ederim Claire.
Claire Colburn : Rica ederim. Şimdi benden ayrılmaya çalışmakatan vazgeç.
Sen hep benden ayrılmaya çalışıyorsun.
Ve biz birlikte bile değiliz. ( filmden alınmıştır )
Köşebaşı
KAHVECİ :
Limonlu bi rakı olsa hepsinden iyi.
Dün gece yine karıştırdık. Canına yandığım!
Şimdiki rakıların hepsi ispirto.
Kamanatoya koy, yak. Adamın yüreğini yakıyor.
Biraz meze falanda atıştırdık. Gece yarısı kalktım, destiyi
başıma, lık, lık, lık. İçtikçe suyu, tutuyor
meret şey! Ah, o eski cıbra rakıları. Gözünü sevdiğim! Bir kilo,
iki kilo çek; bi şey olmaz. Demir gibi olursun; adamı besler.
Öyle olmasa, biz çoktan boylardık tahtalıköyü. Hey gözünü
sevdiğim, hani o rakılar?
Balta Mehmet Bey vardı bizim, rahmetlik, öyle derdi:
rakının iyisi yakmaz;
tulumbaya koyup yangına sıksan, hemen söndürür.
Mehmet Bey, hani, bizim tulumbanın reisi idi.
Zengin adam! Vız gelir
O’na dünya! Bir yangın oldu mu, ceketi hemen fora. Yay gibi,
lastik gibi bir adam. Eh, biz de, ne olsa yavrum, tulumbadan
yetiştik. Yemeniyi çektin mi, neresi olursa olsun, Cibali, Kara
gümrük, Davutpaşa, Kadırga.(coşar)
Heeyyy! Geliyor imanım Rüstem paşalılar! Fener önde,
Mehmet Bey boruyu öttürdü mü, kızaktan
çekilen kayık gibi tulumba, fısss. Hadi denize, yangın yerine!
Geç şimdi bunları. Yap bana ‘bir’ okkalı!
Yazan : Ahmet Kutsi Tecer
Sırça Hayvan Koleksiyonu
Tom :
Evet, dağarcığımda bazı numaralarım var, elbisemin kolu içinde de bazı şeyler saklarım. Fakat, bir sahne sihirbazının tam zıddıyım ben. O, sizin gözünüzü öyle bir boyar ki, siz de bunu gerçek sanırsınız. Oysa ben size hayalle bezenmiş gerçeği sunarım.
En önce zamanı tersine, şu tuhaf, olağandışı 1930’lu döneme çeviririm, o koskoca Amerikan orta sınıfı, sanki körler için bir okulda eğitiliyordu. Onları ya kendi gözleri terk etmişti, ya da kendileri gözlerinden yararlanmasını bilmiyorlardı ki, parmaklarını çökmekte olan bir ekonominin Braille Alfabesindeki harflerine sıkı sıkı bastırıp duruyorlardı.
İspanya’da devrim vardı. Burada ise sadece bağrışmalar ve şaşkınlık hüküm sürüyordu. İspanya’da Guernica vardı. Burada ise, diğer zamanlardaki sessiz ve sakin şehirlerde, Chicago, Saint Louis ve Cleveland’da, çoğunlukla kanlı geçen işçi ayaklanmaları. İste oyunumuzun sosyal geri planı budur.
Oyun, anılar üzerinedir. Bu yüzden de, loş, duygusal ve gerçek dışıdır. Anılarda her şey sanki müzikseldir. Bu da, kulislerden gelen keman seslerini açıklar. Ben oyunun sunucusuyum, hem de bir oyuncusu. Diğer karakterler, annem Amanda, kız kardeşim Laura ve son sahnede ortaya çıkan kardeşimin muhtemel kısmeti olan centilmen. Bu genç adam, oyundaki en gerçekçi karakter, bizlerin her nasılsa koptuğu gerçek dünyadan içimize giren çirkin niyetli kişi. Bir şair olarak benim simgelere karşı bir zaafım olduğundan, bu karakteri de bir simge gibi kullanıyorum; çok geç kalan ve bizim hayatta peşinden koştuğumuz beklentilerimizi simgeler o.
Oyunda bir de beşinci karakter var; kendisi şöminenin üzerinde asılı olan ve gerçeğinden daha büyük bu fotoğrafının dışında, oyunda asla görünmez. Bizi yıllar önce terk eden babamızdır bu kişi. Telefoncuydu, ama uzak diyarlara aşıktı, çalıştığı telefon firmasından ayrılıp, ışık delisi bu şehirden sıvışıp gitti.
Ondan aldığımız en son haber, Meksika’nın Pasifik kıyılarında
Mazatlan’dan gönderilen adressiz bir kartpostaldı ve üzerinde sadece
iki kelime yazılıydı, “Merhaba. Hoşça kalın!”
Sanırım oyunun geriye kalanı kolayca anlaşılabilir.
Sırça Hayvan Koleksiyonu
Tennessee Williams
Türkçesi : Aytuğ İzat
Yöneten: Kamuran Yüce
Oynayanlar:
Amanda : Yıldız Kenter,
Tom : Müşfik Kenter,
Loura : Çiğdem Selışık,
Jim : Tuncel Kurtiz,
Radyo Tiyatrosu
Truva
Örnek Metin
Seslendirme Dersleri İçin Metin Alıştırmaları
HELEN – PARİS
TRUVA : ÇADIR SAHNESİ
Ajax : Askerler buldu. Tapınakta saklanıyordu. Düşündüler ki sizi eğlendirir
Achilles : İsmin ne ? Beni duymadın mı ?
Briseis : Apollo’nun rahiplerini öldürdün.
Achilles : Beş kıtada adam öldürdüm, ama rahip öldürmedim.
Briseis : Öyleyse adamların öldürdü. Güneş tanrısı intikamını alacak.
Achilles : O halde ne bekliyor.
Briseis : Doğru zamanın gelmesini
Achilles : Rahipleri öldü ve yardımcıları tutsak edildi. Sanırım tanrın benden
Korkuyor.
Briseis : Korkmak mı? Apollo güneşin efendisidir. Hiç bir şeyden korkmaz.
Achilles : Nerde peki ?
Briseis : Sense sadece bir katilsin. Tanrılar hakkında bir şey bilmeni
beklemiyorum.
Achilles : Tanrılar hakkında rahiplerden çok şey biliyorum. Onları gördüm. Sen
Asilsin değil mi ? Emir vermeye alışmışsın. Asil olmalısın. İsmin ne? Apollo’ nun hizmetkarlarının bile bir ismi vardır
Briseis : Briseis
Achilles : Korkuyor musun, Briseis
Briseis : Korkmalı mıyım?
Ajax : Efendim, Agamemnon sizi görmek istiyor efendim. Krallar zaferi
Kutlamak için toplanıyor.
Achilles : Bu gün çok iyi savaştın.
Ajax : Efendim
Briseis : Truva’dan ne istiyorsun. Buraya Sparta kraliçesi için gelmedin.
Achilles : Herkesin istediğini ve fazlasını. Benden korkmana gerek yok.
Korkmaması gereken tek Truvalısın. ( Troy filminden alınmıştır ).
***
Helen : Beni almaya geliyorlar, rüzgar onları gittikçe yaklaştırıyor.
Paris : Kaçmaya ne dersin, bu gece, şu anda, ahırlara gidip iki at alıp
hemen buradan ayrılabiliriz. Hiç durmadan doğuya gideriz.
Helen : Nereye gideceğiz.
Paris : Burdan uzaklara, geyik ve tavşan avlayıp karnımızı doyurabiliriz.
Helen : Ama burası vatanın.
Paris : Sparta da senin vatanındı.
Helen : Sparta asla vatanım olmadı. On altı yaşımda menelaus la evlenmem için
ailem beni oraya gönderdi. Ama asla vatanım olmadı.
Paris : Çiflik yapabiliriz, saraylar ve hizmetkarlar olmadan da yaşayabiliriz.
Onlara ihtiyacımız yok.
Helen : Ailen ne olucak.
Paris : Böylece ailemide korumuş oluruz. Biz burda olmazsak savaş’ ta olmaz.
Helen : Menelaus asla vazgeçmez, bizi dünyanın sonuna kadar izler.
Paris : O bu toprakları bilmiyor, ben biliyorum. 1 günde izimizi kaybettirebiliriz.
Helen : Ama Menelaus u tanımıyorsun. Onun ağabeyini’ de tanımıyorsun.
Bizi bulmak için truvadaki bütün evleri yakarlar, kaçtığımıza asla inanmazlar. İnansalar bile öfkelerinden yakarlar.
Paris : O halde beni bulmasını kolaylaştırırım, Karşısına çıkıp bana ait olduğunu söyleyeceğim.
Helen : Çok dolusun sevgilim. DEVAMI