Merhaba Almanya
Merhaba Almanya

Merhaba Almanya
Merhaba Almanya
FATİH Şu anda bile benim için muhteşem bir akşam olduğunu söyleyebilirim.
Buna bir mucize de diyebiliriz ve ben bunu ilk kez yaşıyorum. Neden olduğunu söyleyeyim mi? Sahneye çıkıyorum,
Bavyera eyaletinin resmi televizyon kanalındayız ve sunucu ilk defa adımı doğru şekilde telaffuz ediyor!
Konumuz Almanya’ya göçün ellinci yılı ve burada sorulması
gereken temel soru, aslında sorulması değil de, cevaplanması gereken, aklımızı karıştıran en önemli soru : Biz Almanlar biz Türkler hakkında ne biliyoruz? Hmmm? Ne biliyoruz? Acaba bir şey biliyor muyuz? Ya da sadece bildiğimizi mi sanıyoruz? Cevap veremiyorsunuz değil mi? Modern toplumu düşünelim. Biz bu toplumun parçası mıyız, yoksa kendimize paralel bir toplum mu yarattık? Acaba önce hangi toplum vardı? Hımm? Acaba kim konuk, kim ev sahibi? Bu soruların cevaplarını da bilmiyoruz. Gelin isterseniz, Türkleri ele alalım. Sizce Türkler internete girer mi? Evetse, nasıl? Yürüyerek mi? Tabi ki internete giriyorlar, ama sizden farklı. Örneğin ünlü bir derginin web sayfasına giremezler. Bu
teknik olarak da mümkün değil, çünkü klavyesinde tek harf var, ‘ü’. İşte bildiklerimiz bunlarla sınırlı.. Aslında bunların hepsi birer klişedir ve klişeler de gerçekten komiktir. Ama klişeler, burada, sahnede komiktir, peki ya gerçek hayatta. Gerçek hayatta komik değildir. Gerçi gerçek hayatta da kimse o derginin web sayfasına girmiyor. Çünkü, işin aslının sorarsanız,
kimsenin buna vakti yok. Aramızda öğretmen var mı? Elbette internete gireriz. Dün internetteydim ve bir alışveriş sitesinden patlayıcı yerleştirilebilen kullanılmış bir kemer satın aldım. İnanmıyorum! Bunu hemen bildirmeliyim: Almanlar patlayıcı yerleştirilebilen kemer esprisine
güldü. Ne hale geldik? Tabi ki klişe bunlar. Ama herşey böyle başlamıyor mu? Klişeler daha sonra önyargılara dönüşüyor. Bir de bakmışsın ki ırkçılık başlamış. Burada çok esnek bir geçiş var, ve kimse bundan kurtulamıyor. Mesela ben geçen hafta en sevdiğim Tayland restoranından yemek siparişi verdim. Oradan siparişimi getiren çocuk genelde aynıdır, iyi tanıdığım, sevdiğim, oldukça da komik biridir. Kapıya yemeğimi getirdi, ben neredeyse açlıktan ölmek üzereydim, zil çaldığında çocuklar gibi sevindim, hemen kapıyı açtım. ‘İyi ki geldin!’ dedim. Aynı Simpsınslar gibisin, kısa boylusun, sarısın ve komiksin. O hiç komik bulmadı espriyi. Bana dedi ki; ‘bana bak Ali. Ben sana “güle güle Ahmet” diyor muyum? Al yemeğini’ dedi ve gitti.
Haklı mıydı? Öyleydi. İşte önyargılara çarpıcı bir örnekti bu. Ne yazık ki, hepimiz hepimiz hepimiz önyargılarla doluyuz. Aranızda buna itirazı olan var mı? Olacağını sanmam. Hadi gelin biraz bu konuyla eğlenelim. Bavyeralılar, acaba Saksonya’lılar için ne düşünüyor? Çok eğlenceli değil mi? Filistinlilere soralım bakalım, şeeyler hakkında, neydi isimleri, şu şeyler var ya, işgalci olanlar, onlar hakkında ne düşünüyorlar bakalım? Hımm, haa tamam İsrailliler, evet İsrail. Gördünüz mü, her şey önyargılardan ibaret. Yani duygusal davranışlarımız bizi, gerçekleri bilmeden önyargılı olmaya sürüklüyor. Bana öyle gülümseyerek bakıyorsunuz ama eminim İçinizden, şimdi gerçekleri biliyoruz da ne değişti diyorsunuz değil mi? Birileri kafama bir şey mi atıyor yoksa? Ne dedim ki ben? Zaten konu da bu, önyargı!
Durun, bir örnek daha vereyim, örneklerle daha iyi canlandırabiliyoruz.
Evinde oturuyorsun. Zil çalıyor. Kapıyı açıyorsun, karşında
2 metre 3 cm uzunluğunda bir adam.
İri yarı,197 kg ağırlığında. Adam sanki şeyin kardeşi gibi,
Nicolai Valuev’in. Onu karşında görünce içinden “ohh ohh, ıhhh.
Bittim ben. bu adam kesin, çek senet mafyası. Ama adam düzgün bir Almancayla; ‘İyi günler, televizyon verginizi ödüyor musunuz?’ diyor.

Hallo Deutschland
Bir yanıt yazın